Beddua Nedir Ayet ve Hadislerde
İnsanlar; bazen kendileri, çocukları, yakınları ve diğer
insanların aleyhine dua ederler. Türkçe’de buna “beddua”
denilmektedir.
Yüce Allah, insanın beddua ettiğini Kur’ân’da şöyle beyan
etmektedir:
وَيَدْعُ الْإِنْسَانُ بِالشَّرِّ دُعَاءَهُ بِالْخَيْرِ وَكَانَ الْإِنْسَانُ عَجُولًا
“İnsan, hayra dua eder gibi, şerre de dua eder (hayrı ister
gibi şerri de ister.) İnsan pek acelecidir.” (İsrâ, 17/11)
Ayette insanın beddua etmesinin gerekçesi olarak “aceleci”
oluşu zikredilmiştir. İnsan, acele edip istediği şeyin
hakkında hayır mı şer mi olduğunu bilmeden dua veya
beddua etmemelidir. Duanın bilerek, düşünerek ve teenni
ile yapılması gerekir. İnsan daima Allah’tan hakkında
hayırlı olanı istemelidir. Çünkü neyin hayır neyin şer olduğunu
en iyi bilen Allah’tır. İnsanın hayır zannettiği
şer, şer zannettiği hayır olabilir. (bk. Bakara, 2/216) Yüce Allah,
kâfirlerin kendileri için azap, bela ve kötülüğü istediklerini
Kur’ân’da bize haber vermektedir. Şu ayetleri örnek olarak
zikredebiliriz:
يَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ
“Senden azabı acele bekliyorlar.” (Ankebût, 29/53-54),
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ
“Senden, iyilikten önce kötülüğü acele istiyorlar.” (Ra’d, 13/6)
وَإِذْ قَالُوا اللّٰهُمَّ إِنْ كَانَ هٰذَا هُوَ الْحَقَّ مِنْ عِنْدِكَ فَأَمْطِرْ عَلَيْنَا
حِجَارَةً مِنَ السَّمَاءِ أَوِ ائْتِنَا بِعَذَابٍ أَلِيمٍ
“(Mekke müşrikleri); hani, ‘Allâh’ım! Eğer bu (Kur’ân),
senin yanından gelmiş gerçekse başımıza gökten taş yağdır, yahut
bize acı bir azap getir!’ demişlerdi.” (Enfâl, 8/32)
Dolayısıyla bir Müslüman kendisi, yakınları ve diğer
Müslümanlar, hatta bütün insanlar için hayır dua etmeli,
beddua etmemelidir. “Allah, belanı versin”, “canın cehenneme”,
“gözün kör olsun”, “canın çıksın”, “gün yüzü görme”, “boyun
devrilsin”, “Allah, canımı alsın”, “Allah’ım, canımı al” gibi
yapılan beddualar, İslâmî adaba uygun değildir. Peygamberimiz
(s.a.s.), bir sıkıntıdan dolayı bile olsa ölmek için dua
etmeyi yasaklamış (Buhârî, De’avât, 29) ve
لَا يَتَمَنَّى اَحَدُكُمُ الْمَوْتَ لِضُرٍّ نَزَلَ بِهٖ فِي الدُّنْيَا
“Sizden biri başına gelen bir sıkıntıdan dolayı ölümü temenni
etmesin.” (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No. 968; Buhârî, De’avât, 29)
لَا تَدْعُوا عَلٰى أَنْفُسِكُمْ وَلَا تَدْعُوا عَلٰى أَوْلَادِكُمْ وَلَا تَدْعُوا عَلٰى
أَمْوَالِكُمْ
“Kendinize beddua etmeyin, çocuklarınıza beddua etmeyin,
mallarınız için de beddua etmeyin.” (Müslim, Zühd, 74)
لَعَنَ الٰهّلُ مَنْ لَعَنَ وَالِدَهُ
“Allah, ana-babasına lanet edene / beddua edene lanet
eder” (Müslim, Edâhî, 43) buyurmuştur.
İnsan kendisi, çocukları, ana-babası ve malı mülkü için
ancak öfkeli olduğu zaman beddua eder, bedduası kabul
oluverdiğinde ise zararını kendisi çeker, neticede kendisine,
ana-babasına ve çocuklarına zulmetmiş olur. Peygamberimiz
özünde, sözünde ve davranışlarında dürüst
olan mü’minin lanetçi olamayacağını ve lanetçilerin kıyamet
günü şefaat ve tanıklık edemeyeceklerini bildirerek
mü’minleri bedduadan sakındırmıştır:
لَا يَنْبَغِي لِصِدِّيقٍ أَنْ يَكُونَ لَعَّانًا
“Sadık mü’mine lanetçi olmak yakışmaz.” (Müslim, Birr, 84)
لَا يَكُونُ اللَّعَّانُونَ شُفَعَاءَ وَلَا شُهَدَاءَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
“Lanetçiler, kıyamet gününde şefaatçi ve tanık olamayacaklardır.”
(Müslim, Birr, 84)
İnsanlara örnek olarak gönderilen peygamberler, insanlara
hep hayır dua etmişler, mecbur kalmadıkça beddua
etmemişlerdir. Bedduayı da mü’minler için değil sadece
imana yanaşmayan ve inkârda ısrar eden kâfirler için yapmışlardır.
Şu örnekleri zikredebiliriz:
Israrla hak dine davet ettiği, ancak bir türlü imana yanaştıramadığı
kavmi için Nuh (a.s.) şöyle beddua etmiştir:
وَقَدْ أَضَلُّوا كَثِيرًا وَلَا تَزِدِ الظَّالِمِينَ إِلَّا ضَ لاَالًً
“(Rabbim!) Onlar, çok kimseyi yoldan çıkardılar. Sen de o
zâlimlere şaşkınlıktan başka bir şey arttırma.” (Nûh, 71/24)
قَالَ نُوحٌ رَّبِّ لَا تَذَرْ عَلَى الْأَرْضِ مِنَ الْكَافِرِينَ دَيَّارًا إِنَّكَ إِنْ تَذَرْهُمْ
يُضِلُّوا عِبَادَكَ وَلَا يَلِدُوا إِلَّا فَاجِرًا كَفَّارًا
“Nûh, dedi ki: Rabbim! Yeryüzünde kâfirlerden tek kişi
bırakma. Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını şaşırtırlar ve
sadece ahlâksız, nankör (insanlar) doğururlar.” (Nûh, 71/26–27)
Nuh (a.s.), imana yanaşmayan kavmine beddua etmesinin
gerekçesi olarak; insanları hak yoldan saptırmalarını
zikretmiştir. Nuh Peygamberin bedduası kabul olmuş; Allah,
kâfirleri helâk etmiştir. (bk. Enbiyâ, 21/76-77)
Yüce Allah, mü’minlere kin tutan münafıklar için;
قُلْ مُوتُوا بِغَيْظِكُمْ
“De ki: Kininizle ölünüz” (Âl-i İmrân, 3/119) diye beddua
edilmesine müsaade etmiştir.
Peygamberimiz (s.a.s.), mecbur kalmadıkça kimseye
beddua etmemiştir. Meselâ;
قِيلَ يَا رَسُولَ الٰهّلِ اُدْعُ عَلٰى الْمُشْرِكِينَ قَالَ إِنّٖي لَمْ
أُبْعَثْ لَعَّانًا وَإِنَّمَا بُعِثْتُ رَحْمَةً
“Ey Allah’ın elçisi! Müşriklere beddua et” denildiğinde,
“Ben lanetçi olarak gönderilmedim, rahmet olarak gönderildim”
buyurmuştur. (Müslim, Birr, 87)
Uhut savaşında yüzü yaralandığında;
اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِي قَوْمِي فَاِنَّهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
“Allah’ım! Kavmimi bağışla, çünkü onlar, bilmiyorlar”
diye dua etmiştir. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 973) Ancak mecbur kalınca
kendilerini yok etmek için Medine’ye saldıran Mekke
müşriklerine Uhut savaşında şöyle beddua etmiştir:
اَللّٰهُمَّ قَاتِلِ الْكَفَرَةَ الَّذِينَ يُكَذِّبوُنَ رُسُلَكَ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِكَ
وَاجْعَلْ عَلَيْهِمْ رِجْزَكَ وَعَذَابَكَ اِلٰهَ الْحَقِّ
“Allah’ım! Peygamberlerini yalanlayan ve insanları Senin
yolundan alıkoyan şu kâfirleri helâk et, onlara rezillik ve azap
ver. (Sen) gerçek ilahsın Allah’ım!” (Hâkim, De’avât, No:1868)
Hendek savaşı esnasında müşriklere şöyle beddua etmiştir:
اَللّٰهُمَّ مُنْزِلَ الْكِتَابِ سَرِيعَ الْحِسَابِ هَازِمَ الْاَحْزَابِ اَهْزِمْهُمْ
وَزَلزِْلهُْمْ
“Ey kitabı indiren, hesabı süratli olan, güçlü toplulukları
helâk edebilen Allah’ım! Müşriklerin kökünü kes ve onları
darmadağın et.” (Buhârî, De’avât, 58; Müslim, Cihad, 20–21)
شَغَلُونَا عَنِ الصَّ ةَالِ الْوُسْطَي صَ ةَالِ الْعَصْرِ مَلَأَ الٰهّلُ بُيُوتَهُمْ
وَقُبُورَهُمْ نَارًا
“(Müşrikler) bizi orta (fazîletli) namazdan (yani) ikindi
namazından alıkoydular. Allah, onların evlerini ve kabirlerini
ateşle doldursun.” (Müslim, Mesâcid, 205; bk. Buhârî, Cihâd, 98)
Zulme uğrayan insan, zalimin zulmüne meşru yollarla
mani olamazsa, zalime beddua edebilir.
لاَ يُحِبُّ الٰهّلُ الْجَهْرَ بِالسُّوءِ مِنَ الْقَوْلِ إِلاَّ مَنْ ظُلِمَ
“Allah, kendisine haksızlık edilen dışında (hiç kimse tarafından)
açıkça kötü söz söylenmesini sevmez.” (Nisa, 4/148) anlamındaki
ayet, buna işaret etmektedir.
Peygamberimiz;
مَنْ دَعَا عَلٰى مَنْ ظَلَمَهُ فَقَدِ انْتَصَرَهُ
“Zalime beddua eden kimseye Allah yardım eder” (İbn Ebî
Şeybe, Dua, 68, No: 29567) buyurmuş, bu sebeple mazlumun bedduasından
sakınılmasını tavsiye etmiştir:
اِيَّاكُمْ وَ دَعْوَةَ الْمَظْلُومِ فَاِنَّهُ لَيْسَ بَيْنَهَا وَ بَ الٰهّلِ حِجَابٌ
“Mazlumun bedduasından sakının, çünkü mazlumun
bedduası ile Allah arasında perde yoktur (duası kabul olur.)”
(İbn Ebî Şeybe, Dua, 37, No: 29361; Abdürrazzâk, Dua, V, 216)
دَعْوَةُ الْمَظْلُومِ تُحْمَلُ عَلَى الْغَمَامِ وَ تُفْتَحُ لَهَا اَبْوَابُ السَّمٰوَاتِ وَ
يَقُولُ الرَّبُّ تَبَارَكَ وَ تَعَالٰى وَ عِزَّتِي لَاَنْصُرَنَّكَ وَ لَوْ بَعْدَ حِينٍ
“Mazlumun duası bulutların üzerine taşınır, sema kapıları
onun için açılır, şanı yüce Allah şöyle buyurur: Belli bir zaman
sonra da olsa mutlaka sana yardım edeceğim.” (İbn Hıbbân,
Ed’ıye, 874)
دَعْوَةُ الْمَظْلُومِ مُسْتَجَابَةٌ وَ اِنْ كَانَ فَاجِرًا فُجُورُهُ عَلٰى نَفْسِهٖ
“Mazlum, fâcir/günahkâr bile olsa bedduası makbuldür,
günahı kendi boynunadır.” (İbn Ebî Şeybe, Dua, 37, No: 29365)
Bu hadislerden, mazlumun, kendisine zulmeden kimseye
beddua edebileceğini ve bedduasının kabul olacağını
anlıyoruz. “Alma mazlumun âhını çıkar âheste âheste” atasözümüz
de bu gerçeğin ifadesidir. Ebû Ya’lâ, son hadisi el-
Müsned’inde şu şekilde rivayet etmiştir:
اِتَّقوُا دَعْوَةَ الْمَظْلُومِ وَ اِنْ كَانَ كَافِرًا فَاِنَّهُ لَيْسَ دوُنَهَا حِجَابٌ
“Kâfir bile olsa mazlumun bedduasından sakının, çünkü
Allah ile onun duası arasında bir perde yoktur (duası kabul
olur.)” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, No: 1092) İbadet olması hasebiyle
kâfir, duası ile Allah’a kulluk etmiş olmaz ve sevap alamaz,
ancak kendisine zulmedene -Müslüman bile olsa- beddua
ettiği zaman, duası kabul olur. Hadis, bu gerçeği ifade etmektedir.
Zarar veren ve zulmeden insana beddua edilebileceği
gibi zarar veren başka bir canlıya da onun zararından korunmak
için beddua edilebilir. Sahabeden Enes b. Malik’in
bildirdiğine göre Peygamberimiz (s.a.s.), Medine’yi istila
eden çekirge sürüsüne karşı şöyle beddua etmiştir:
كَانَ رَسُولُ الٰهّلِ اِذَا دَعَا عَلٰى الْجَرَادِ قَاَل اَللّٰهُمَّ اَهْلِكِ الْجَرَادَ اُقْتُلْ
كِبَارَهُ وَ اَهْلِكْ صِغَارَهُ وَ اَفْسِدْ بِيضَهُ وَ اقْطَعْ دَابِرَهُ وَ خُذْ بِاَفْوَاهِهِمْ
عَنْ مَعَاشِنَا وَ اَرْزَاقِنَا اِنَّكَ سَمِيعُ الدُّعَاءِ
“Allah’ım! Çekirgeleri helâk et, büyüklerini öldür, küçüklerini
yok et, yumurtalarını işe yaramaz hâle getir, köklerini kes,
ağızlarından ekinlerimizi, ürünlerimizi ve rızıklarımızı al,
Sen duaları işitensin.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, 1127)
Peygamberimiz (s.a.s.)’in, görevlerinde kusurlu davranan
Müslümanlara beddua ettiği olmuştur. Meselâ annebabasının
hizmetinde bulunmayan kimse için şöyle beddua
etmiştir. Peygamberimiz (s.a.s.) bir gün;
رَغِمَ أَنْفٌ ثُمَّ رَغِمَ أَنْفٌ ثُمَّ رَغِمَ أَنْفٌ قِيلَ مَنْ يَا رَسُولَ الٰهّلِ قَالَ مَنْ
أَدْرَكَ أَبَوَيْهِ عِنْدَ الْكِبَرِ أَحَدَهُمَا أَوْ كِلَيْهِمَا فَلَمْ يَدْخُلِ الْجَنَّةَ
“Burnu yerde sürtünsün, burnu yerde sürtünsün, burnu
yerde sürtünsün” demiş, sahabe, “Kimin burnu yerde sürtünsün
ey Allah’ın elçisi?” diye sormuş,
Peygamberimiz (s.a.s.); “Yaşlılıklarında anne-babası
veya ikisinden biri yanında olup onlara hizmet ederek cennete
girmeyi hak edemeyen kimsenin burnu yerde sürtünsün” buyurmuştur.
(Müslim, Zikir ve Dua, 9-10)
Bu hadisin, İbn Hıbbân’ın rivayetinde; Peygamberimiz
(s.a.s.)’in “burnu yerde sürtünsün” şeklindeki bedduasını
Ramazan ayına yetişip de bağışlanamayan, yanında ismi
geçince kendisine salât ü selâm getirmeyen kimse için de
yaptığı vardır. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 908)